GELECEK PARTİLİ DR KANİ TORUN: “İÇ BARIŞI OLMAYAN BİR ÜLKENİN DİPLOMASİSİ ETKİLİ OLAMAZ, OYUN KURMAZ SADECE OYUNDA SAVRULUR”
TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda Dışişleri Bakanlığının 2026 yılı bütçesi görüşülürken söz alan Gelecek Partisi Bursa Milletvekili Dr. Kani Torun, hükümetin dış politikasını “güç gösterisine dayalı”, “krizleri önceden okuyamayan ve fırsatları heba eden” bir çizgi olarak nitelendirdi. Suriye politikasında güvenlikçi yaklaşımın kapsayıcı bir barış vizyonuna dönüşmediğini vurgulayan Torun, Türkiye’deki Kürt meselesi çözülmeden Suriye’de Kürtlerle ilgili dosyaların sağlıklı yönetilemeyeceğini söyledi; SDG ile dolaylı-dolaysız temas dahil cesur adımlar çağrısı yaptı. Gazze konusunda Türkiye’nin “somut adımlarda birçok ülkenin gerisinde kaldığını” belirten Torun, garantörlük mekanizmasının bağlayıcılığını sorguladı, Hamas’ın “Kuvayımilliye hareketi” olarak tasfiye edilmesine karşı entegrasyon önerdi. ABD ile ilişkilerde şeffaflık, AB sürecinde demokrasi krizine dikkat çeken Torun, Dışişleri Teşkilatını Güçlendirme Vakfı ve vize aracılık sistemi etrafında “şeffaflık ve kurumsal güvenlik” uyarıları yaptı; vize sözleşmeleri ve vakıf gelirlerinin TBMM ve Sayıştay denetimine açılmasını istedi.
Dışişleri Bakanlığının 2026 yılı bütçe teklifinin görüşüldüğü TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda, Gelecek Partisi Bursa Milletvekili Dr. Kani Torun söz alarak hükümetin dış politikasını, kriz yönetimini ve Bakanlık bütçesinin önceliklerini kapsamlı şekilde eleştirdi. Torun, konuşmasının başında “Bugün yalnızca Dışişleri Bakanlığının bütçesinden değil Türkiye'nin dış politikada kaybettiği fırsatlardan, kriz yönetimindeki eksiklerinden ve barış inşası konusundaki sorumluluklarından bahsedeceğim.” diyerek çerçeveyi çizdi.
“İç Barışı Olmayan Ülkenin Diplomasisi Etkili Olamaz”
İktidarın uzun süredir dış politikayı iç siyasetteki sorunların yansıması olarak kullandığını savunan Torun, “İktidar iç siyasette yaşadığı problemlerin bir yansıması olarak uzun zamandır dış politikada güç gösterisinin başarılı bir yöntem olduğunu düşünüyor.” dedi. Oysa günümüz dünyasında güçlü olanların, “askerî dili diplomatik akılla birleştiren, komşularıyla köprü kurabilen, barışı ve uzlaşıyı savaş ve çatışmanın önüne koyabilen ülkeler” olduğunu vurguladı.
Türkiye’nin bölgesinde saygın bir aktör olmak istediğini, ancak bunun iç barışla doğrudan bağlantılı olduğunu dile getiren Torun, “İç barışı olmayan bir ülkenin diplomasisi hiçbir zaman etkili olamaz; komşularıyla güven tesis edemez, krizleri yönetemez, bölgesel düzlemde oyun kuramaz.” ifadesini kullandı.
Suriye Politikası: “Güvenlikçi Paradigmadan Kapsayıcı Barışa Geçemediniz”
Suriye’de “on yılı aşan bir kriz ve iç savaşın” geride bırakıldığını hatırlatan Torun, devrimin önümüzdeki günlerde 11’inci yılını dolduracağını belirtti. Şam yönetiminin “yeni anayasa veya genel seçimler anlamında net bir takvim ortaya koyamadığını” söyleyen Torun, zaman zaman yaşanan iç çatışmaların normal kabul edilebileceğini, asıl sorunun Türkiye’nin yaklaşımında olduğunu belirterek “Burada esas problem Türkiye'nin Suriye'ye bakışındaki güvenlikçi paradigmayı kapsayıcılığa dönüştürememesidir.” dedi.
Torun, Türkiye’nin bir yandan Şam yönetimiyle ilişkileri normalleştirmeye çalışırken, diğer yandan Suriye’de iç barış ve sükunet için yeterli çabayı göstermediğini savundu ve “Şam yönetimiyle güçlü ilişkiler kurmaya, yönetimin dünya kamuoyunca kabulüne özen gösterirken aynı zamanda Suriye'nin içinde tesis edilmesi gereken barışa ve sükunete ciddi yatırım yapmalıyız.” diye konuştu.
“SDG ile Şam Arasında Uzlaşı Olmadan Taşlar Yerine Oturmaz”
Suriye’nin geleceğinde Kürt aktörlerin rolüne değinen Torun, “Şam ile SDG arasında net bir siyasi uzlaşı olmadan Suriye'de taşlar yerine oturmayacak, Türkiye SDG meselesine bakışını değiştirmedikçe de bu uzlaşı sağlanamayacak.” değerlendirmesinde bulundu. Türkiye’nin stratejisinin, askeri baskıyı tek yöntem gören çizgiden çıkarılması gerektiğini belirtti ve “Türkiye'nin stratejisi askeri baskıyı tek yöntem olarak görmek yerine Suriye içindeki aktörlerin birbirleriyle konuşmasını kolaylaştıran, kapsayıcı bir geçiş sürecini destekleyen, diplomasiye ağırlık veren bir çizgi olmalıdır.” sözleriyle diplomasi odaklı bir yaklaşım çağrısı yaptı.
Torun, sınırların askeri araçlarla değiştirilmesine karşı çıkarak, “Bölgesel barışın yolu sınırları askerî araçlarla değiştirmek değil, toplumlar arası temasla, diplomasiyle, müzakereyle sınırları anlamsızlaştırmaktan geçer.” dedi.
“Kürt Meselesi Çözülmeden Suriye’de Kürt Dosyası Yönetilemez”
İç ve dış politikanın birbirini besleyen alanlar olduğuna dikkat çeken Torun, “Bu bağlamda iç barışımız ile Suriye politikamız arasında kopmaz bir bağ vardır.” diyerek, Türkiye’deki Kürt meselesinin çözümü ile Suriye dosyasının doğrudan bağlantılı olduğunu vurguladı. “Türkiye'de Kürt meselesi çözüme kavuşmadan Suriye'de Kürtlerle ilgili hiçbir dosya sağlıklı bir şekilde yönetilemez.” diyen Torun, Suriye’nin kuzeyindeki siyasi yapı çözüme kavuşmadan da Türkiye’nin iç tartışmalarının normalleşemeyeceğini belirtti.
“Bu Ülke, Kendi Vatandaşlarıyla Çözmekten Kaçındığı Meseleleri Başka Ülkelerde Çözemez”
Torun, iç sorunları dış sahaya taşımaya yönelik politikalara eleştiri getirerek, “Bu ülke kendi vatandaşlarıyla çözmekten kaçındığı meseleleri başka ülkelerin topraklarında çözemez, çözemediği her sorunun ise dış politikada bir kırılganlık içeride bir huzursuzluk olarak geri döner.” dedi. 2000’li yılların başındaki Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile yaşanan gerginlikleri hatırlattı ve “O dönem benzer gerginlikleri Irak kürdistan bölgesel yönetimiyle yaşanmıştı, bugün Erbil'deki yönetim Türkiye'nin en yakın ortaklarından.” sözleriyle örnek verdi.
Suriye’de benzer bir dönüşümün neden görülmediğini soran Torun, “Suriye'de de benzer politikayı niçin görmüyoruz?” diyerek, tehdit dilinin yumuşatılması gerektiğini savundu. “Tehdit dilini yumuşak ve yapıcı bir dile dönüştürmek uzun vadede tüm halkların istifade edeceği bir dönemin kapısını bizlere açacaktır.” ifadelerini kullandı.
Hakan Fidan’a Çağrı: “SDG Yetkililerini Türkiye’de Görüşmek Çözüme Katkı Sağlar”
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın MİT Başkanlığı dönemindeki tecrübesine atıf yapan Torun, “Özellikle de uzun yıllar devletin en mahrem alanlarında çalışmış, en mahrem görüşmelerde bulunmuş Sayın Hakan Fidan'ın Bakanlığı döneminde bu daha da mümkündür.” sözleriyle Fidan’ın rolüne işaret etti. Torun, geçmişte MİT’in İmralı ve Kandil’le yürüttüğü süreçleri hatırlatarak, “MİT Başkanlığı İmralı'yla görüşmeler yaparken, Kandil'de silah bırakma faaliyetlerini takip ederken, SDG'nin yetkili isimleri Türkiye'ye getirilerek burada görüşülmesi çözüme daha çok katkı sağlayacaktır.” dedi.
Bakan Fidan’ın “hem müzakere tecrübesi hem de sahadaki etkinliğiyle bu sorunu çözebilecek yeterlilikte olduğunu” belirten Torun, SDG yetkililerinin Şam ve ABD ile görüşürken Türkiye ile görüşmemesini “abes” olarak nitelendirdi: “SDG yetkilileri Şam'la görüşürken, ABD'yle temas kurarken, çeşitli ülkelerin temsilcileri buraya gelerek onları dinlerken bizim sorunun ve çözümün doğal ortakları olarak görüşmemiz değil, görüşmiyor olmamız abes karşılanmalıdır.” Torun, bu konuda “iç ve dış siyaseti rahatlatacak yapıcı adımlar” beklediklerini söyledi.
Ademimerkeziyetçilik Önerisi: “Birleşik Krallık Modeli Denenebilir”
Torun, iç savaş yaşayan toplumlarda tekçi merkezi yönetimin zorluğuna dikkat çekerek, “Türkiye ademimerkeziyetçilikten korkmamalıdır.” dedi ve tecrübesine dayanarak “İç savaş yaşanmış toplumlarda tekçi bir merkezi yönetim kurmak hemen hemen imkânsızdır.” değerlendirmesinde bulundu. Çözüm modalitesinin taraflar arasında konuşulması gerektiğini belirten Torun, “Modalitesi taraflar arasında konuşularak ademimerkeziyetçi bir çözüm bulunmalıdır. Bu konuda Birleşik Krallık modeli denenebilir.” önerisini getirdi.
Suriye özelinde, “İsmi ‘özerklik’ veya ‘federalizm’ olmadan, bölgesel değil iller bazında; yerel yatırımların, yerel polisin, eğitimin ve sağlığın seçilmiş yerel yönetimlerce yönetildiği bir modelin herkesi tatmin edebileceğini” ifade eden Torun, Türkiye’nin Suriye’de bütün taraflara eşit mesafede durması gerektiğini vurguladı. “Suriye'deki Arap, Kürt ve Türkmenler bizim vatandaşlarımızın soydaşlarıdır. Orada tüm taraflara eşit durmalıyız.” dedi.
HTŞ, Birleşik Arap Emirlikleri ve Lazkiye Uyarısı
Suriye’de Türkiye’nin sahada dayandığı gruplara yönelik uyarılarda bulunan Torun, “Türkiye tüm yumurtalarını HTŞ ve Şara sepetine koymamalıdır.” sözleriyle uyarıda bulundu. HTŞ’yi “Selefilik ve pragmatizmin evliliğinden doğan” bir yapı olarak nitelendiren Torun, bu gruba ilişkin yeni gelişmelere de dikkat çekerek, “HTŞ yönetimi daha geçen hafta Lazkiye liman işletmesini DPW'ye yani Birleşik Arap Emirlikleri'ne verdi.” iddiasını dile getirdi.
Birleşik Arap Emirlikleri’nin bölgede Türkiye’nin siyasetlerine karşı sabotajlarda bulunduğunu belirten Torun, “Bölgede Türkiye'nin her siyasetine sabotaj yapan Birleşik Arap Emirlikleri'nin Suriye'de güçlenmesi konusunda da dikkatli olunmalıdır.” dedi. Kürtlerin Suriye yönetiminde etkinlik kazanmasının Türkiye’nin elini Arap ülkelerine karşı da güçlendireceğini savundu: “Kürtlerin Suriye yönetiminde etkinlik kazanmaları Türkiye'nin elini Arap ülkelerine karşı da güçlendirir.”
Somali, Afrika ve Sudan: “Yeni Sömürgecilik Algısına İzin Vermeyin”
Türkiye’nin Afrika politikasını “yumuşak gücün güzel neticeleri” üzerinden anlatan Torun, “Barış ve kardeşlik dilinin, yumuşak gücün nasıl güzel neticeler verebildiğini Afrika'da müşahede ettik.” diyerek Somali örneğini verdi. “Somali'de on beş yılı aşkın emeğimiz, askerî eğitim desteğimiz, teknik kapasite yatırımlarımız Türkiye'nin bölgede en olumlu algıya sahip aktörlerden biri olmasına yol açmıştır.” dedi.
Somali’yle ilişkilerin “kazan-kazan” temelli olduğunu vurgulayan Torun, “Somali'yle ilişkilerimiz bir kazan-kazan ilişkisidir; ortak güvenlik, ortak kalkınma, ortak kapasite inşasına dayanmaktadır.” ifadelerini kullandı. Doğalgaz ve petrol arama faaliyetlerinin Somalililerin rızası ve anlaşmalar çerçevesinde yürütüldüğünü belirterek, “Bu, Türkiye'nin sömürgeci bir niyet taşıdığını göstermez, aksine Orta ve Doğu Afrika'da barış, ekonomi ve kalkınmayı destekleyen bir iş birliği sistemidir.” dedi.
Ancak “yeni sömürgecilik” algılarına karşı kamu diplomasisinin daha etkin kullanılması gerektiğini söyleyen Torun, “Türkiye burada kamu diplomasisini maalesef son zamanlarda yeterince etkin kullanamadı.” dedi. Somali’de Türk Hava Yolları üzerinden yürüyen tartışmalara işaret ederek, “Bu konuda son birkaç gündür THY üzerinden devam eden tartışmalara Büyükelçiliğimizin proaktif bir şekilde müdahale etmesi ve Türkiye aleyhine olabilecek dezenformasyona müsaade etmemesi gerekmektedir.” çağrısında bulundu.
Sudan’daki iç savaş hakkında da konuşan Torun, krizi “doğal kaynakları sömürmek için başlatılan bir iç savaş” olarak tanımladı. “Sudan'ın doğal kaynaklarını sömürmek için bir iç savaş başlatıldı.” diyen Torun, Birleşik Arap Emirlikleri tarafından desteklenen “Hızlı Destek Güçleri” milis yapısını işaret ederek, “Birleşik Arap Emirlikleri tarafından para ve silahla desteklenen ‘Hızlı Destek Güçleri’ adlı milis gücü, Sudan devletine karşı bir vekâlet savaşı yürütüyor. Son iki yılda 150 bin sivil öldürüldü.” dedi.
Türkiye’ye daha aktif rol çağrısında bulunan Torun, “Türkiye burada daha aktif olmalı ve Sudan'ın bölünmesine yol açacak bu savaş bir an önce durdurulmalıdır.” dedikten sonra, İslam İşbirliği Teşkilatı’na işaret ederek, “İslam İşbirliği Teşkilatı harekete geçirilip buraya bir barış gücü gönderilmeli, Türkiye, aktif diplomasiyla buna öncülük etmelidir. Taraflara silah satışı durdurulmalı, daha fazla kardeş kanı dökülmesinin önüne geçilmelidir.” ifadelerini kullandı.
Gazze: “Türkiye Somut Adımlarda Birçok Ülkenin Gerisinde Kaldı”
Gazze konusunda Türkiye’nin tutumunu da eleştiren Torun, 7 Ekim 2023 tarihinden beri yaşanan süreci “soykırım” olarak niteleyerek, “7 Ekim 2023'ten itibaren İsrail'in dünyanın gözünün içine bakarak gerçekleştirdiği soykırım, birçok ezberin sorgulandığı, demokrasi başkentlerinin suspus olduğu bir katliamdı.” dedi. Buna karşılık dünya halklarının zulme karşı ortak tavır aldığını ve bunun umut verdiğini söyledi.
Türkiye’nin ilk anda verdiği sert mesajları hatırlatan Torun, “Türkiye, Filistinlilere vermiş olduğu umut dolu mesajlarla, çeşitli uluslararası platformlarda yükselttiği sesle başlattığı rüzgarı icraatlarıyla bir fırtınaya dönüştüremedi.” değerlendirmesinde bulundu. Somut adımlar bakımından diğer ülkelerin gerisinde kalındığını savunarak, “Temsilcilerin geri çekilmesinde, ilişkilerin askıya alınmasında, ticaretin durdurulmasında, uluslararası mahkemelerde süreçlerin başlatılmasında, yerel mahkemelerde yargılamaların yapılmasında Türkiye hep geç kaldı.” dedi.
İktidarın eleştirileri “hakaret” gibi gördüğünü söyleyen Torun, “Üstelik iktidar bu alanda yapılan tüm eleştirileri bir hakaret kabul etti, eleştirenleri siyonizme hizmetle itham etti. Fakat bunların hepsini de maalesef eleştirilerin akabinde gerçekleştirerek bir nevi eleştirileri kabul etmiş oldu.” ifadelerini kullandı. Sonuçta Türkiye’nin de içinde olduğu heyetin ateşkes anlaşmasına imza attığını, ancak “Gazze'de hâlâ kan akmaya devam ettiğini” vurguladı.
Garantörlük ve Hamas: “Bu Garantörlük Ne Kadar Bağlayıcıdır?”
Dışişleri Bakanının Şarm El-Şeyh’teki toplantıya katıldığını hatırlatan Torun, “Biz garantör olan dört ülkeden biriyiz.” diyerek şu soruyu sordu: “Bu garantörlük ne kadar bağlayıcıdır? İsrail o günden beri 900 Filistinliyi öldürdü, yaptırımı nedir?” ABD Başkanı Trump’ın sık değişen tutumuna dikkat çeken Torun, “Her gün karar değiştiren Trump'ın sözüyle amel etmek ne kadar doğrudur?” ifadeleriyle anlaşmanın dayandığı zemini sorguladı.
Birleşmiş Milletler’deki kararlar konusunda da net bir çizgi öneren Torun, “Türkiye, Birleşmiş Milletlerde Gazze'nin kendini savunma hakkının tanınmadığı hiçbir kararı kabul etmemelidir. Salt İsrail'in çıkarlarını koruyan anlaşmalar yok hükmündedir.” dedi. Devletlerin bu meseleyi görüşmeden önce Filistin’i tanıması gerektiğini vurgulayarak, “Devletler bu meseleyi görüşmeden önce Filistin devletini tanıyarak iki devletli çözüme dair irade beyanlarını ortaya koymalıdır.” çağrısında bulundu.
Ateşkesin uygulanmasının kararlı bir şekilde takip edilmesi gerektiğini söyleyen Torun, “Ateşkesin kesin olarak uygulanmasını kararlı bir şekilde takip etmeli, istikrar gücünün oluşturulmasını ciddiyetle desteklemeliyiz.” dedi. Türkiye’nin hem bu görev gücünde yer alması hem de “görev gücünün tamamen Müslüman ülkelerden oluşmasını desteklemesi” gerektiğini belirtti. İsrail bölgeden çekilirken bu gücün “nezaret görevini titizlikle yerine getirmesi” çağrısında bulundu.
Hamas’a ilişkin yaklaşımını da hatırlatan Torun, “7 Ekimden bir ay sonra tüm tartışmalara rağmen Hamas'ın bir Kuvayımilliye hareketi olduğunu Meclis konuşmamda söyledim.” dedi. Hamas’ın tasfiyesinin önüne geçmek için entegrasyon öneren Torun, “Hamas'ın tasfiyesinin önüne geçmek için Hamas'ı Filistin yönetimine entegre etmenin yolları aranmalıdır. Böylece Hamas'ın çözümsüzlüğe bahane yapılması önlenecek hem de Gazze ile Batı Şeria'nın birleşmesinin adımları atılacaktır.” ifadelerini kullandı.
ABD İlişkileri ve Şeffaflık: “Büyük Anlaşmalar Siyasi Pazarlığa Dönüşmemeli”
Son dönemde Türkiye-ABD ilişkilerinde yaşanan yumuşamayı olumlu bir gelişme olarak nitelendiren Torun, “Son dönemde Türkiye-ABD ilişkilerinde yaşanan yumuşamanın ve özellikle liderler düzeyinde kurulan doğrudan temasın elbette olumlu bir gelişme olduğunu belirtmek isterim.” dedi. Ancak bu ilişkilerin sadece liderler arası fotoğraf ve iyi niyet beyanlarına sıkışmaması gerektiğini vurgulayarak, “Türkiye'nin dış politikası kişisel dostluklarla değil güçlü kurumlarla, öngörülebilir mekanizmalarla ve karşılıklı saygıya dayalı çerçevelerle yürütülmelidir.” ifadesini kullandı.
Bu sürecin Türkiye’ye somut kazanımlar getirmesi gerektiğini söyleyen Torun, “Şeffaf olmayan, içeride tartışılmayan ve gelecekte ülkeyi zora sokabilecek tavizlerden kaçınılmalıdır.” dedi. Nadir toprak elementleri ve Boeing anlaşmaları etrafındaki iddialara dikkat çekerek, “Örneğin son dönemde nadir toprak elementlerine ilişkin verilen taahhütler ya da BOEİNG'le yapılan büyük çaplı anlaşmaların bazı siyasi beklentiler karşılığında şekillendiğine dair iddialar kamuoyunda tartışılıyor.” uyarısında bulundu. “Türkiye'nin büyük ekonomik anlaşmaları ulusal çıkarları zayıflatacak bir pazarlık zemininin parçası olmamalıdır.” dedi.
Müzakere gücünün ancak kurumsallaşmış bir dış politika ve güçlü kadrolarla korunabileceğini belirten Torun, dış politikanın iç siyasette malzeme yapılmasına karşı çıktı: “Kısa vadeli hesapların dış politikanın iç siyasette bir siyasi malzeme hâline gelmesinin, iç siyasetteki çalkantıların dış politikayı şekillendirmesinin önüne geçilmelidir.” Aksi hâlde “anlık kararların tamiri zor tahribatlara yol açtığını” söyledi.
AB, Vize Muafiyeti ve Gümrük Birliği: “Demokrasi Krizi Sürecin Önündeki Asıl Engel”
Türkiye’nin Avrupa Birliği sürecinde 2005’ten itibaren ciddi bir ivme yakaladığını hatırlatan Torun, “Türkiye, Avrupa Birliği üyeliği konusunda 2005'ten beri ciddi bir ivme yakalamıştı, 2016'da vize muafiyeti gibi önemli bir kazanım elde edilecekken maalesef bu süreç iç politikada yaşanan dalgalanmalara kurban edildi.” dedi. Bugün tanınmış iş insanlarının bile vize alamadığı haberlerine atıf yaparak, bunun sürecin önemini gösterdiğini kaydetti.
Gümrük Birliği’nin güncellenmemesinin Türkiye’yi ekonomik olarak zor duruma soktuğunu belirten Torun, “Bugün Gümrük Birliği anlaşmalarının güncellenmemesi Türkiye'yi ekonomik olarak güç duruma sokmaktadır.” dedi. Vize muafiyetinin ertelenmesine sebep olan “siyasi ahlak yasasının” sadece AB için değil, yolsuzlukların önlenmesi için de hayati önemde olduğunu vurguladı: “Vize muafiyetinin ertelenmesine sebep olan siyasi ahlak yasasının yalnızca birlik üyeliği için değil her gün bir yenisine şahit olduğumuz yolsuzlukların önlenmesi için de hayati önemde olduğunu artık anlamalıyız.”
Avrupa Birliği genişleme sürecinin yeniden canlandığına işaret eden Torun, “Avrupa Birliğinin genişleme süreci yeniden canlanmışken Türkiye hâlâ bu sürecin dışında kalıyorsa bunun en büyük sebebi başkaları değil belki de bizim içeride çözemediğimiz demokrasi krizimizdir.” diyerek iç siyasetteki demokrasi sorununa dikkat çekti.
Ermenistan Normalleşmesi ve Kıbrıs: “Sınır Açılırsa Doğu Şehirleri Kazanır”
Ermenistan’la normalleşme sürecini de “ekonomik entegrasyonun bir adımı” olarak nitelendiren Torun, “Kapalı sınırın açılması Türkiye'nin hem ekonomik hem de diplomatik kapasitesini artıracaktır.” dedi. Kars, Iğdır, Erzurum ve Ağrı gibi şehirlerin bundan doğrudan fayda sağlayacağını belirten Torun, “Bölgesel ticaret canlanacak, Güney Kafkasya'da barışın kalıcı hâle gelmesi mümkün olacaktır.” ifadesini kullandı.
Kıbrıs’ta yapılan son seçimlerde Tufan Erhürman’ın ciddi bir farkla kazandığını hatırlatan Torun, “Kıbrıs'ta yapılan seçimleri sayın Tufan Erhürman ciddi bir farkla kazanmıştır. Türkiye'de elbette demokratik nezaketin gereği olarak buna saygı duymalıdır.” dedi. Türkiye’nin garantör ülke olarak iki devletli çözüme hem uluslararası alanda diplomasiyle sahip çıkması hem de Kıbrıs’a her konuda ihtiyaç duyduğu desteği vermesi gerektiğini vurguladı.
Kıbrıs’ın bazı gayrimeşru faaliyetler için “arka bahçe” olarak kullanılmasına da değinen Torun, “Kıbrıs'ın zaman zaman bazı gayrimeşru faaliyetler için bir arka bahçe olarak kullanılması Türkiye'nin bu konudaki samimiyetine gölge düşürmektedir.” dedi ve bu tür söylentilerin önüne geçmek için gerekli önlemlerin alınmasını istedi.
Bütçe Eleştirisi: “Kurumsal Kapasite Değil Merkezi ve Kişisel Kullanım Şişiyor”
Dışişleri Bakanlığının bütçe kalemleri üzerinden de eleştirilerde bulunan Torun, personel giderlerindeki artışa dikkat çekerek “Sunulan bütçe teklifinde Dışişleri Bakanlığı personel giderleri sadece yüzde 14 artıyor.” dedi. Bu artışın yeni alınan meslek memurları, konsolosluk ihtisas memurları, yerel personel ve dış temsilciliklerin gerçek ihtiyacını karşılamaktan uzak olduğunu söyledi: “Bu… gerçek ihtiyacı karşılamaktan uzaktır.”
Temsil ve tanıtma giderlerinin daralırken “hizmet alımları kaleminde yüzde 80'i aşan artış” olduğunu belirten Torun, Özel Kalem Müdürlüğü bütçesinin bir yılda “743 milyon TL'den 2 milyar 942 milyon TL'ye çıktığını” ifade etti. 2025’te 4,3 milyon TL ödenek konulup hiç harcama yapılmayan bir hizmet alımı kaleminin 2026’da “birden 2 milyar 253 milyon TL'ye sıçradığını” vurguladı. Torun, “Bu tablo kurumsal kapasiteyi güçlendiren yatırımların değil, merkezi ve kişisel kullanım alanlarının şiştiğini gösteriyor.” değerlendirmesinde bulundu.
Dışişleri Teşkilatını Güçlendirme Vakfı ve Vize Şeffaflığı: “Bu Sadece Mali Değil Kurumsal Güvenlik Sorunudur”
En sert eleştirilerden biri, Dışişleri Teşkilatını Güçlendirme Vakfı ve vize aracılık sistemi etrafında ortaya çıkan yapıya yönelik oldu. Torun, “Daha vahimi Dışişleri Teşkilatını Güçlendirme Vakfı etrafında ortaya çıkan şeffaflık boşluğudur.” diyerek yeni yerleşke inşaatının büyük ölçüde vakıf akarlarıyla yürütüleceğinin daha önce Komisyon’da ifade edildiğini hatırlattı.
Vakıf gelirleri arasında yer alan vize aracılık hizmetlerine dikkat çeken Torun, “Vakıf gelirleri arasında vize aracılık hizmetlerinden genel bütçeye ayrılan paylar dışında kalan kısmın Vakfa devredileceği açıkça yazıyor ama vize aracılık hizmetlerini yürüten şirketler nasıl seçildi?” diye sordu. Sözleşmelerin hangi rekabetçi usullere göre yenilendiğinin, vize gelirlerinin hangi hesaplarda ve hangi denetim mekanizmalarıyla tutulduğunun belirsiz olduğunu vurguladı: “Bunların hiçbirine dair kamuoyunda açık, şeffaf bir bilgi yok.”
Bu durumun sadece mali değil, aynı zamanda kurumsal güvenlik problemi olduğunu belirten Torun, “Bu sadece mali bir şeffaflık sorunu değildir, aynı zamanda kurumsal güvenlik problemidir.” dedi. Vize başvurularının milyonlarca vatandaş ve yabancı başvuru sahibine ait biyometrik verileri içerdiğini hatırlatarak, “Bu alanın denetimsiz, ihalesiz Bakanın takdirine bırakılmış şirketler aracılığıyla yürütülmesi Türkiye Cumhuriyeti'nin dış temsil sistemini ve vatandaşının mahremiyetini risk altına sokar.” ifadelerini kullandı.
“Vize Sözleşmeleri TBMM’ye, Vakıf Yapısı Sayıştay Denetimine Açılmalı”
Torun, Komisyon ve kamuoyu önünde açık bir çağrıda bulunarak iki temel talep sıraladı. Birincisi, “Vize aracılık sisteminin tüm sözleşmeleri, kriterleri ve denetim raporlarının TBMM'ye getirilmeli, Sayıştay denetimine açık hâle getirilmesi” oldu. İkincisi ise “Dışişleri Teşkilatını Güçlendirme Vakfı'nın, Meclis denetiminden bağımsız, paralel bir mali yapı hâline gelmemesi gerektiği” uyarısıydı.
Torun, vize gelirlerinin vakıf üzerinden değil doğrudan Bakanlık bütçesinde şeffaf kalemler olarak yer alması gerektiğini belirtti: “Vize gelirleri Vakıf üzerinden değil, doğrudan Bakanlığın kurumsal kapasitesini güçlendirecek şekilde şeffaf bütçe kalemlerine yansıtılmalıdır.”
Antalya Diplomasi Forumu ve Davet Eleştirisi
Konuşmasının sonunda, Dışişleri Bakanlığının etkinliklerine muhalefet milletvekillerinin davet edilmemesine de değinen Torun, özellikle Antalya Diplomasi Forumu üzerinden sitemini dile getirdi: “Antalya Forumu gibi Bakanlığın organize ettiği birtakım organizasyonlara sadece iktidar partisi mensuplarının davet edilmesi yanlıştır. Bakanlık hepimizin bakanlığıdır. Dolayısıyla buraya muhalefet milletvekillerinin de davet edilmesi gerektiğini düşünüyorum.”
Meslek Memuru ve KHK Sorusu
Gelecek Partili Torun, konuşmanın akhirinde Dışişleri kadrolarına ilişkin somut bir soru yöneltti. “2010-2014 arasında Dışişleri Bakanlığımıza kaç meslek memuru alınmıştır ve bunların kaçı KHK'yle ihraç edilmiştir?” sorusunun cevaplanmasını istedi.
Dışişleri Bakanlığının bütçesinin “güçlü, kapsayıcı ve barışçıl bir dış politikanın inşasında kullanılması” temennisiyle sözlerini tamamlayan Dr. Kani Torun, “Hem Komisyon üyelerini hem de Bakanlık temsilcilerine beni dinledikleri için teşekkür ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum.” ifadelerini kullandı. Komisyon Başkanı Mehmet Muş da Torun’a teşekkür ederek birleşime devam etti.
Kaynak: CUMHA - CUMHUR HABER AJANSI